Ah ah, nerede o eski … diye başlayan cümleler şeklinde google amcaya sorduğumuzda karşımıza çıkan cümleler:
“Ah!. Nerede o eski bayramlar? Ah! Nerede o eski günler? Ah! Nerede o gençlik günlerim? Nerede, nerede?..”
Ah! nerede o eski neşe, Ah! Nerde O Eski Aşklar, Ah! Eskiden daha mutlu, daha huzurluyduk Ah! Nerde o eski kemalistler(!), Ah! ah nerde o eski müzikler…
Sorun zamanda mı bizde mi acaba. Suçu zamana yükleyip aradan sıyrılmak hiçbir şeyi çözmez.
Zamana yükleme bütün suçları
Yalnız zaman değil, sen de değiştin
Hatırla mazide kalan yılları
Yalnız zaman değil sen de değiştin. (Ahmet Selçuk İLKAN)
Biz her şeyimizde zamanı suçluyoruz. Her şeyde zamanı kusurlu görüyoruz, kusurlu buluyoruz. Eğer zaman konuşabilseydi o bizi suçlardı!
Zaman değişmedi, dünya yaratıldı yaratılalı zaman aynı işliyor. Dünyanın hareketleri sabittir, Allah onu yarattığı gibi hala dönüyor. Dünyanın bir vakti var ve sonu gelince vakit de sona erecek. Peki, bu durumda değişen ne? Evet, şairin dediği gibi zaman değil, biz değiştik. Nefislerimiz değişti, ruhumuz değişti. Eskiden nefisler saf, duru ve tertemizdi. Hatayı önce kendisinde arar sonra da “acaba” derdi.
Ramazan aynı ramazan, bayram aynı bayram, zaman aynı zaman. Dedemizden beri gün 24 saat, torunlarımız için de aynı olacak. Temelde bunlarda bir değişim yok, kuralları değişmedi, yeni versiyonları çıkmadı! Bunun yanında insanlar aynı insanlar değiller, insanlar değişti. İnsanın aradığı şey, kendi eliyle değiştirdiğinden başkası değil aslında. Bütün bunlar elimizle bozduklarımıza bir tür bahane arama şeklidir. Bahane bir tür psikolojik savunma mekanizmasıdır, insanı geçici süre rahatlatır! Savunma mekanizmaları bireye geçici bir fayda sağlar, kesin çözüm getirmez. Bu aynı zamanda bir yansıtmadır. Yansıtma, başkasını suçlama ya da kendi suçunu başkasına atma olarak tanımlanır ve tam anlamıyla bireyin kendi yanlışlıklarını, olumsuzluklarını başkalarında ya da başka şeylerde görmesidir. Zamana suçu yükleme de bir tür yansıtmadır.
Bu durum aynı zamanda problemlerden kaçma yöntemidir. Bizler problemler karşısında onları çözme-ye yönelik davranışlar göstermek yerine sorunu başkasına yükleyerek kaçma yolunu seçeriz. Kaçma davranışı gösteren bireylerde tam bir sorumsuzluk hali vardır. Böyle insanlar topluma, vatanına, işine, evine ilgi-sizdir. Kendisine acı veren gerçekleri kabullenmeyerek reddeder, sürekli başkalarını suçlarlar.
“Ah nerede…” diye başlayan yakınmaların arkasında yeni nesilleri suçlamak vardır. Yani bir nevi çocuklarımızın çok değiştiğinden, geleneklerimizden kopuşunu vurgulamaktır serzenişlerimiz. Bu minvaldeki serzenişleri; “Çocuklar ana baba büyük küçük dinlemez oldu, bu çocuklarda hiç büyüklerine saygı kalmadı!, Şu gençlerin ar damarları çatlamış. Ne büyüğe saygı ne de küçüğü sevgi var! Yapma diyorum zıddıma zıddıma yapıyor…” şeklinde görmek de mümkündür.
Buna benzer pek çok şikâyet sıralanabilir. Tabi bir şeyin sonucu değil, daha çok nedenleri üzerinde durmak lazım öncelikle. Ar damarı çatlayan sadece gençler mi? Eğer onların ar damarı çatlamışsa onları yetiştirenlerin de ar damarı çatlamamış mı? Çocuklarımızın sergiledikleri saygısızlık kendilerinin ürettikleri saygısızlık değil, “öğrenilmiş saygısızlık”; ürettikleri vefasızlık değil, “öğrenilmiş vefasızlık”tır. Boşuna suçlu aramayalım, zamanın değiştiği yalanını arkasına saklanmayalım. Çünkü zaman, bize yanlış bilgiler öğreten bir öğretmen falan değildir. Zamanın değişip değişmemesi senin değişip değişmemene bağlıdır. Zaman değişmiyor, bizim ona yüklediklerimiz, onu kullanma şeklimiz değişiyor.
Adam, komşuluk bitti diye şikâyet ediyor ve bunun sucunu da zamana yüklüyor. Sen komşuluk ilişkilerini geliştirmek için ne yaptın? İki selam verip hal hatır sordun mu? Nerede o eski bayramlar diyenler bay-ramları bir tatil olarak mı görüyor ya da büyüklerin ziyareti olarak mı görüyor? Sen çocuklarını alıp büyüklerini ziyaret etmeye gittin mi? Çocuklarımız cahil, hiç kitap okumuyorlar diye şikâyette bulunuluyor. Bunda zamanın ne sucu var? Sen zamanının tamamını dizilere vb şeylere ayırır, hiç kitap okumazsan çocuğun neden kitap okusun?
“Zaman hiçbir şeyi değiştirmez, değişimi sağlayan insanlardır.” (Andy Warhol )
Zamanın aklı, fikri, iradesi yoktur. Dolayısıyla zaman kendi başına müessir bir güç değildir. Onun içini nasıl doldurursanız size dönüşü de öyle olur. Zamanın içine neyi koyuyoruz; kendimizi geliştirmek, insanileşmek için neler yapıyoruz? Acaba güzel bir örnek olmak için fedakârlıkta bulunuyor muyuz? Zaman bizim gelişmemize, yetişmemize zemin hazırlayan bir nimettir. Kendimiz iyi olmalıyız. Kötülüğü gördüğümüzde elimizle düzeltmeliyiz. Elimizle düzeltemiyorsak dilimizle düzeltmeliyiz. Bu da olmuyorsa uzak durmalı surat az-malıyız. Bu sorumluluktan kaçamayız, kaçtığımız zaman da sucu zamana yüklemeye, kaderi göreve çağırmaya hakkımız yoktur. Aslında, “zamana iz bırakmak olmalı” insanın asıl meselesi. Gidenlere bakıyor musunuz hiç. Öldüğü halde yaşayanlar kimdir. Adları sürekli anılan, yani zamana iz bırakanlardır. Kimi dünyadan çekip giderek iz bırakırken, kimi hayatımıza girerek iz bırakırlar. İnsanların hayatına girerek iz bırakabiliyor muyuz? Eğer bunu yapabiliyorsak bir başkasının da yapmasına vesile olacağınızı bilirsiniz. Tam da burada geriye dönüp eski zamanlardan şikâyet edecek bir mesele kalmaz. Çünkü siz zamanı doğru kullandığınız sürece bir şeyleri düzeltiyorsunuz zaten.
Tam da burada o küçük ve hayatın gayesini tam olarak açıklayan ayeti hatırlayalım. “Asra(zamana) yemin ederim ki, insan gerçekten ziyandadır. Ancak iman edip iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır.”(Asr Suresi, 103/1-3)”
Zamanımız tükendiğinde geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkacağız. O halde zamana küsmeyelim, zamanı doğru kullanalım. Tam da bu konuda internette okuduğum bir tavsiyeyi size aktaracağım: Hayatın ve getirilerinin kıymetini anlamak için tavsiye edilen bir metot.
”Arada bir, çok bunaldığınızda, hayatın sizin için çekilmez hale geldiğini düşündüğünüzde kendinize 10 dk. Zaman ayırın ve kendi cenaze töreninizi düşünün.” Bunları düşündüğünüzde dünyadaki yerinizi, dün-yayı terk ettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz ve sizi sevenler için öneminizi anlayacaksınız. Özellikle insanların sizin için neler söyleyeceğini, onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın. O andan geriye dönme şansınız olmadığını, hayat denen kredinizin bittiğini ve onlara yanıt verme şansınız olmadığını düşünün. Dünyadaki küslüklerin, ayrılıkların, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin korkunç çaresizliğini yaşayın. Bırakın canınız yansın, bırakın alevler içinde kavrulsun tüm ruhunuz. Orada o musalla taşında düşünün kendinizi. Seyredin şu an çevrenizde olanların yüz ifadelerini. Akıllarından ve yüreklerinden geçen cümleleri hayal edin.” Ondan sonra da ne yapacağınıza karar verin. Daha ne diyeyim?
İsmet YALÇINKAYA