10 Ekim 2020 - 10:23:09 - 590 Okunma
“Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi.” Yunus Emre
Marmara Depremi’nin verdiği dersle hazırlanmıştı yönetmelik. O yönetmelik hakkıyla uygulanmıştı, binada. Çünkü kapımızın önündeydi. Çünkü temelden. Tavana kadar her gün dönemin bayındırlık müdürü Asım Bey, başlarındaydı, ustaların işçilerin…
İnşaatın ertesi yılı yalıtım yapılıp boyandı. İki yıl kadar önce doğal gaz bağlandı. Ne tavanı aktarıldı bu güne kadar, ne olukları değiştirildi. Elimize doğmuştu sanki kocaman bina. Bakmaya kıyamıyorduk. Sağlamdı. Daha tazeydi, daha gençti. Yıkılacağını duymuştuk ama inanamıyorduk. Tokat’ta çürümüş, ayakta durmakta güçlük çeken o kadar çok bina vardı ki kütüphaneye gelinceye kadar akşam olurdu.
Önce en üst katın pencereleri söküldü, Kerem’in otuz iki dişlerinin çekildiği gibi. Peşinden o katta ne kadar kalorifer peteği varsa aşağı atıldı. Yapıldığından beri kiremitlere ilk defa el değdi. Onarmak için değil, sökmek için. Sökülen kiremitler, demet demet çatıda özenle biriktirildi.
Bu kadar başlandı ya daha umut yok binada. Binanın yıkılışını genç bir delikanlının işkenceyle katledişline benzetiyor, üzülüyorum doğrusu.
Kentsel dönüşümlerde eskidi diye zorla yıkıp yerine yaptıkları evlerin içine girilmeden çöktüğünü çok okuduk basında. Ne yapacaklarsa kütüphanenin yerine yapacakları nesnenin o evlere benzememesini dilerim.
Sağlam binaların yıkılışını gördükçe bazılarının sağlam bina görmekten rahatsız olduklarını düşünüyorum. Umarım, yanılıyorumdur.
Yenisi eskisini aratmaz inşallah…