Kameriyelerin kuzey batıya bakan dışı, her akşamüstü esen poyraza açıktır. Üç gündür otuz dokuz derecelerde seyreden hava, bu gün biraz serinledi. “Poyraz, cereyan yapıyor” gerekçesiyle içeri kaçan çoğunluğa karşın üç kişi dışarıda konuşlandık. Es yiğidin bağrına hesabı otururken sevgili Mehmet Tapar öğretmenin bazen Reşadiye anılarına, bazen de gündeme dair tatlı söyleşilerini dinliyoruz.
Daha önce çokça dinlediğim, kimilerini de yazdığım anılarının girişini anımsatıyor gerisini ona bırakıyorum. Artık, yüksek sesle ballandıra ballandıra arkasını getirmek ona ait. Güzel de anlatıyor doğrusu.
Seçtiğimiz yer, Halef Sultan’ın binasına ve çimenli, bakımlı bahçesine kuş bakışı bakıyor. Bahçenin, eski toprak evlerini andıran, sırtı bize dönük bir de tuvaleti var. Tuvalet eski toprak evlerine benziyor ama beton arma ve de düz damlı.
Sohbet devam ededursun on- on iki yaşlarında kızlı erkekli çocuklar birer ikişer tuvaletin damında birikmeye başladılar. Ekip tamam olunca halka şeklinde oturdular. Nerden çıkardılarsa yiyecek ve içecekler döküldü ortaya.
Sesleri duyulmuyor ama tavırlarından aralarında eğlenceli konuşmalar geçtiği belli oluyor. Kâh dirsekle, kâh omuzla yerlerini genişletip rahatlarken büyük bir iştahla avurtlarını şişirerek çiğnemeleri ve kabın içinde bir damla bırakmamacasına kafalarına dikmelerini, benden yedi yaş büyük olan ablam, bunların yaşlarındayken arkadaşlarıyla Hıdrellez günlerinde buluşup eğlendiklerini anlatmıştı. Çocukların pikniğini ona benzettim.
Cahit Sıtkı’nın “Çember çeviriyorum, çocuklarla beraber, elime çember almadan” dediği gibi ben de yiyip içiyorum, çocuklarla beraber, elime bir bardak ya da çatal almadan…
Dayanamadım. Mehmet Tapar Öğretmenime rica ettim. “Telefonun fotoğraf çekiyorsa şu çocukların fotoğrafını çekebilir misin?” hemen fırladı, fotoğraflarını çekip getirdi ama çektiği fotoğraflar telefonda kayboldu, bir türlü bulamıyor. O, aranırken Osman Kablan’a rica ettim. Kablan, hem söyleşmiş hem de fotoğraflarını çekmiş. “Ben gazeteciyim. Fotoğraflarınız gazetede çıkacak” demiş.
Osman öğretmenin peşinden hoplaya zıplaya üç dört kız çocuğu geldi. “Ne zaman çıkacak gazete?” Osman Bey,”Şaka yaptım.”deyince, hayal kırıklığına uğrayan zavallılar, kör pişman geri döndüler. İçlerinden birine:
-Ne yaptınız orada dedim. Yanıt gayet kısaydı.
-Piknik yaptık… Söze karışan Osman Bey:
-Evinizden bir kilim getirip şu çayırlığın bizden yana bir köşesinde yapsaydınız pikniği, daha güzel olmaz mıydı? Cevap hazır:
-İzin vermiyorlar…
“Altın çıkaracağız” diye Kaz Dağlarını delik deşik edenlere, çevrenin içme sularını siyanürle zehirleyenlere izin veririz de şu güzel çocukların masumane pikniklerine izin vermeyiz. Ne yaparsın, bizim yönetim anlayışımız da böyle işte:
“İsteseniz deee, istemeseniz de!” 05.09.2020