Güven; bir kişiye bir şeye veya kendine karşı duyulan bel bağlama ve dayanarak rahatlama hissi, itimat etmek ve inanmak anlamına gelir. (Şemseddin Sami, Tenzel Türkçe Sözlük)
İnsanların yaşamalarını devam ettirebilmek için gereksinme duydukları her şey temel ihtiyaçlar olarak ifade edilir. Bunlardan en önemlisi de güven duygusudur. Güven duygusu, insanın en temel ihtiyaçlarındandır. İnsanda doğuştan güven duygusu arayışı vardır. Güvenilmek, sevilmekten daha önceliklidir. İnsanın çevresine güvenmesi, varlığını huzurlu bir şekilde devam ettirebilmesi için elzemdir.
Çocuk güven duygusunu ailede edinir, geliştirir daha sonra okul ve toplum hayatında bu ihtiyacını karşılar ya da karşılayamaz. Aile, toplum ve eğitim sistemi bu duyguyu karşılayamadığı zaman sorunlu insanlar, sorunlu ilişkiler ortaya çıkar. Toplumlarda güven duygusu zedelendiğinde o toplumda maddi ve manevi gelişme söz konusu olamaz.
Güven duygusunun gelişebilmesi için, aile şefkati gereklidir. Ailesi ve çevresi tarafından reddedilen, itilen, baskı altına alınan bireylerin benlik saygıları düşük olur. Güvensiz ve tedirgindirler, düşmanca duygularla doludurlar ve saldırgan davranışa yatkın olurlar. Ezilme, horlanma ve benimsenmeme sonucu yaralanan benlik, saygınlığını kazanabilmek için farklı yollara başvurur.(Berka Özdoğan)
Sosyal sermayemizin temelini güven duygusu oluşturur. Bir toplumda sosyal ilişkilerin kalitesini güven belirler. Yapılan araştırmalarda Türkiye’de tolumun sadece %10’u tanımadığı bir kişiye güven duyuyor. İnsanlar arasındaki diyalogların kuvvetli olmadığı, birbirine güven duymadığı, geleceğe umutla bakmadığı bir ortamda sivil topluma katılım söz konusu olamaz. Bu durumda ideal bir toplumun oluşmasından, maddi ve manevi kalkınmadan bahsedebilmek mümkün olmaz.
Güven duygusu, birbirinden emin olmak insanların en temel ihtiyacıdır. Bu ihtiyaçlar karşılanamadığı için komşuluk ilişkileri zedeleniyor, komşuluk ilişkileri giderek önemini yitiriyor. Evin içinde güven bunalımı yaşanması, komşularla iletişimin kopuk olmasına da neden oluyor. Toplumumuzda güven duygusu öyle bir zedelendi ki birbirimize hiçbir şeyi emanet bile edemez hale geldik. Öyle ki, “evimizin anahtarını kendisine emanet etmekte sakınca görmediğimiz komşumuz kalmadı veya biz öyle sanıyoruz. Geçenlerde komşumuz anahtarı evin içinde unuttuğu için kapıda kaldı. Bir çilingir bularak kapısını açtırdı ve bu yöntemle evine girdi. Kendisine, “komşularına emanet anahtar bırakmadın mı?” dedim. Hayır, bırakmıyoruz dedi. Allah korusun içerde yangın, su baskını ya da çocuk olsaydı ne olacaktı? Çilingir gelinceye kadar her şey mahvolmaz mı? Eskiden kapılar kilitlenmezmiş. Şimdi çelik kapılar, pencerelere demirden parmaklıklar, bahçe duvarları, kameralar… Kendimizi hapishanelere tıkıyoruz, güvensizlik yüzünden.
İnsanın kendisini güven ve emniyette hissetmesi, huzur ve başarıya götürürken; güvensizlik de kaygı ve başarısızlığa yol açmaktadır. Güven duygusunun olmadığı yerde korku, endişe ve hatta cinayetler olur. İn-san kendisini anlamlı bir bütün içerisinde hissettiği durumda iç barışını sağlar, kendisini emniyet ve güven içinde hisseder. Çünkü kendisiyle barışık bir kişiliğe sahip olmak, insanın kendisini güvende hissetmesini sağlar.
Güven duygusunun temelini inanç ve ahlak oluşturur. İnanan ve inancının gereklerini yerine getiren ve de ahlaklı insanlar gayet rahat bir şekilde birbirlerinden emin olurlar.
Bugünün dünyası, güvene en fazla ihtiyacın olduğu bir dönemden geçmektedir. Modern dönem, “sözün senet yerine geçtiği” çağları çoktan geride bıraktı. Türkiye de bundan nasibini aldı ve bu konuda hastalıklı toplum haline geldi. Bu hastalık tedavi edilmediği sürece toplumsal bağların tamamen kırılacağı bireyler haline geleceğiz ve suyun ya da rüzgârın küçük tozları yuttuğu gibi biz insanlar da bu sele kapılıp gideceğiz. Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri bu hastalığın tedavisi için önlemler almaktır. Eskiden insanlar birbirine güvenir ve inanırlardı. Çünkü eski insanlar dürüsttü, fedakârdı, inançlarına bağlıydı. Güven ortamının oluşabilmesi için güvenilecek kişi veya kurumların dürüstlüklerine inanmak ön şarttır. Sağlam bir ‘inanç’ olmazsa’ güven’den söz edilemez. Hiç kuşkusuz ‘inanma’ ile ‘güvenme’ arasında doğrudan bir ilişki olduğunu söylemek yanlış olmaz. Birbirlerinin ‘güvenilir’ olduğuna inanan insanların oluşturduğu bir toplum meydana getirebilmek için yapılacak şey öncelikle mukaddes olan şeylere inanan ve bundan dolayı ‘güvenilirlikleri’ yüksek bireyler yetiştirebilmektir. Bu noktada değerler eğitimi daha çok önem kazanmaktadır. Çünkü değerler, aklın ve kalbin birlikte uyum içinde olması halidir.
İnsanlar arasında iyi ilişkiler kurabilmenin zorunlu şartı, insanların birbirlerine güven duymalarıdır. Karşılıklı olarak birbirlerine güvenemeyen insanların, sağlıklı ilişkiler kurabilmesi mümkün olmaz. İtimadın sarsılıp zulüm ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü toplumlarda, insanlar arası güven devre dışı kalır, insani güzellikler açığa çıkamaz hale gelir. Toplumsal güven açısından dindarlık ve onu anlamlı kılan Allah korkusu önem arz etmektedir. Bir araştırmada en dindar olanların en uyumlu oldukları müşahede edilmiştir. Zira sevgili peygamberimiz “Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların canları ve mallarının güvende olduğu kişidir” buyurmuştur. Aynı şekilde “Sizin hayırlınız, kendisinden iyilik umulan ve kötülüğünden emin olunandır. Kötünüz de, kendisinden iyilik beklenmeyen ve kötülüğünden emin olunmayandır” (Tirmizi) sözü yine Peygamberimize ait sözdür. Dolayısıyla insanlar arasındaki ilişkileri en güzel şekilde düzenleyen kutsal metinlerdir. Bu çerçevede akıllı ve şuurlu dindar güvensiz olamaz.
Güven ve huzurun düşmanı olan fitne, insanları sapıklığa götüren ve manevi değerlerle bağını koparan her türlü olumsuzluğu kapsamaktadır. Fitne, ikilik çıkarma ve terör cemiyetteki güven duygusunu sarsar ve şüpheci bir toplumun oluşmasına neden olur. Vesvese kalbi yorar, kalbin parçalanması ve dumura uğraması neticesini doğurur. Fitne ve fesat güvensizliğin son safhasıdır. Toplumsal krizlerin nedeni de budur.
Birilerine güvenme, bir yere ait olma ihtiyacı insan için çok önemlidir. Çünkü aidiyet, insanın kendini emniyet ve güven içerisinde hissettiği kişi ve grupla duygusal bağ kurmasıdır. Bir yerlere ait olmamak insanlarda sanıldığından daha büyük bir boşluk hissi oluşturur. Oysa bir vatana, bir şehre, bir mahalleye, bir haneye ait olmak, oldukça güçlü bir duygudur. Buna bir inanca, bir fikre, bir ideale sahip olmak da ilâve edilebilir. Aidiyet duygusuna en çok ihtiyaç duyan çocuklardır. Güven duygusu ve bağlanma olmazsa çocuğun aidiyet ihtiyaçları karşılanamaz. Burada şunu da belirtelim ki aidiyet bağını aile ile kuramayanlar bu ihtiyacı dışarıdan karşılama yolunu seçer ve aileden adım adım kopma gibi sonuçlar doğmasına neden olur.
Değerler toplum için önemlidir. Günümüzde toplumun komşuluk ilişkileri, güven duygusunun geliştirilmesi, dinimizin emir ve tavsiyeleri tarihi birikimlerimiz doğrultusunda yeniden gözden geçirilmeli, toplumsal birlikteliğimizi yeniden inşa etmek için gayret göstermeliyiz. Aksi takdirde, ilişkilerimiz daha da yozlaşacak, hiçbir gelişmemiz sağlıklı olmayacak. Birbirimizi anlamayacak, problem çözme yerine sürekli problem üretmeye devam edeceğiz.
İsmet YALÇINKAYA
06/12/2019