Yaz tatilinde 10-12 yaşlarındaki oğlumla en büyük ablamı ziyarete giderdik. O, altı kardeşin bir numarasına yerleşmiş, ben ise ancak beş numarayı kapabilmişim. Yani kardeşlerin en büyüğü idi. Ablamın benim yaşımda çocuğu vardı. Bize geldiklerinde dayı- yeğen beraber çok oynadık. Bu yüzden ablamda anne kokusu ve şefkati hissederdim.
Köy, çabuk ısınıp çabuk soğuyan kara ikliminin özelliği gereği, yaz mevsiminde gündüzleri yakıp yandırıyor, geceleri donup donduruyordu. Ablamların kıyı bitkileriyle çevrili küçük bir ev bahçesi vardı. Soğan, domates, tere gibi azar azar yeşillik ektikleri bahçenin ortasında yaz boyu meyve veren ihtiyar bir dut ağacı, girişte de adam boyunda toprak damlı bir arılıkları vardı. Arılığın içinde birkaç tane örme sepet bulunur, sepetlerin çevresinde arılar vızıldayıp dururlardı.
Geceleri, arılığın üstünde, yani açık havada yatardık oğlumla. Ayazlı gecede birbirimize sarılır, aya yıldızlara, saman yoluna bakarak vıcır vıcır, konuşurken uykuya ne zaman daldığımızı bilemezdik.
Ablamın “Bal kestim” dediği bir gün içi bal dolu kocaman bir leğen gördüm. Tatlı kaşığı ile verdiği balı, su yardımı almadan yutmakta güçlük çekmiştim. O kadar tatlı, o kadar nefis, sanki çevrenin tüm çiçeklerinin kokusu bu bala sinmişti. Ablamın ne arı maskesi, ne tütün kabı, ne de arıcılıkla ilgili bir gereci vardı. Yani arılar, bildikleri gibi özgürce gezip tozup, diledikleri gibi yapıyorlarmış, organik balı…
Ablam değil ama arı sahibi komşu teyze, iki elindeki taşları birbirine vurarak arılarının peşinde dolandığını çok görmüşümdür zaman zaman. Sebebini sonradan öğrendim. Arılar yağmuru sevmezlermiş. Taşların çıkardığı sesleri gök gürültüsü sanarak yuvalarında toplanırlarmış. O zamanın arıcıları, NBŞ şekerini de bilmiyorlarmış, çağımız arıcılarının uyguladığı çeşitli bal hilelerini de…
Kendisine çok güvendiğim emekli öğretmen Salih Bayram’a aylar önceden bal siparişi vermiştim. Salih öğretmeni dürüst, çalışkan toprak adamı olarak tanıdım. Bir vesileyle tanıştıktan sonra birbirimize sevgi ve saygıyla kırk yıllık arkadaş gibi bağlandık.
Salih öğretmenin lokalciliği falan yoktur. Başta arıları olmak üzere bağ, bahçe toprakla uğraşır. Saygı değer eşi Bergüzar hanımla baş başa, omuz omuza kadın işi erkek işi demeden işlerden iş çıkarır mükemmel sonuçlar elde ederler. Bir duyarım bahçeye gitmişler, bir duyarım domates salçası ya da kuşburnu, böğürtlen, ahududu marmeladı yapıyorlar.
Yuvadan uçurdukları çocukları, gurbette yaşamalarına rağmen yere sağlam basıyor, büyüklerinden aldıkları örneklerle servetlerine servetler katıyor, yine de anne ve babalarının ilgi ve şefkatlerini yanlarında hissederek geçinip gidiyorlarmış.
Dün kalktık, Salih öğretmeni bana tanıştıran sevgili dostum Mehmet Taparla siparişlerimizi almak için Yol üstü Köyüne, Salih Bayram’ın köyüne gittik. Çayla beraber ikram ettikleri balın ilk lokmasında ablamın organik balının tat ve kokusunu aldım.
Günümüzde en ucuzundan en pahalısına kadar ballar satılıyor. Anzer Balı diyorlar ki gramı servetler ediyormuş. Bir de ormanlarda kayalarda, dallarda yaban arılarının bal peteklerine rastlanıyormuş. Onun fiyatı da az değilmiş…
Sözün özü: bu sene gerçek bal yiyeceğiz inşallah, kısmet olursa…