Önce vatansızlığın, işgal altında yaşamanın ne demek olduğunu çok iyi anlamak ve hatta gözlemlemek lazımdır. Bunun için de çok uzaklara gitmeye gerek yok, yakın çevrene baktığında göremiyorsan sen bu ülkede yaşayan boşluklardansın o vakit.
Özellikle tarihimizi kulaktan dolma, gerçeklerle bağdaşmayan, yetersiz, yeteneksiz ve yetkisiz ağızlardan, kirlenmiş bilgilerle anlatım, olayları saptırarak oluşturulan gündemlerin kimseye bir getiri sağlamadığını görmek zorundayız. Aksi durumlarda kültür sömürücülerinin işlerini kolaylaştırırken emperyalizm canavarının değirmenine su taşınır ki ülkenin ülke sevdalılarının canı çok acır bu kez.
Tarihsel bir gerçektir. Biz Yüce Türk Milleti Ağustosları çok severiz. Ağustoslar bizim “ateşten gömleğimizdir.” Ve bu gömlek Türk Milleti olarak yüz yıllara yakın üstümüzden çıkmamış, çıkarılamamıştır. Uğruna çok ağır bedeller ödenmiş ve ödenecektir de. Bu bedeli ödeyenler tarihin altın sayfalarına geçerken çıkarları için ihanet eden zavallılar tarihin karanlık sayfalarına gömülmüşlerdir.
İşte altın sayfalarından biridir 30 Ağustos 1922. Ve bu sayfayı açan Başkomutan Mustafa Kemal şöyle sesleniyordu Kocatepe’den:
“26 Ağustos 1922… Saat ondan itibaren tekmil cephelerde taarruza başlanmıştır. Muvaffakiyet Allah’ındır” Büyük bir taarruz başlamıştı. Düşman yakarak, yıkarak, öldürerek kaçıyordu. Topraklarımızda cehennem yaşanıyordu. Bir tümen komutanı olan Cevdet o günleri şöyle anlatıyordu:
“Yolsuz, vasıtasız, sırtta taşınan cephaneler, kağnıların sürüklediği malzemeler ile ikmal yapmaya çalışan bir ordunun manzarası çağlar boyu bir daha hiç görülmeyecekti. Bize ait olan bölgede üçyüz kağnı tespit ettik. Bunlara denemek için çağrı yaptık. Çağrımızdan 24 saat sonra ikiyüzelli tane kağnı gelmişti. Nasıl geldiklerini soramıyordum çok şaşırmıştım. Bazılarının öküzleri olmadığı için ya ineklerini ya da kendilerini koşmuşlardı kağnılara. Çoğu çocuk yaşta, bazıları ihtiyar, epeyce de kadın vardı. Onlara neden erkeklerinizin gelmediğini sorduğumuzda “erkeklerimiz cephedeler, emrinize biz geldik.” diye cevap vermeleri yüreğimi daha da güçlendirdi. Hepsi yanmış, yıkılmış köylerinde çocuklarını komşularına teslim etmişler, orduya yardıma koşmuşlardı. Bunlar öküzleriyle, inekleriyle, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar ordusuydu. Bu mücadelede onlarca, yüzlerce, binlerce adsız kahramanlar vardı. Bunlar ya savaşan erler ya da savaşın onlarca zorluklarını yaşayan alın terini göz yaşlarına katık yapmış, yarı aç yarı tok, lime lime kıyafetli analar, bacılar, kızlar, gelinler, çocuk ve ihtiyarlardı. İşte Kuvay-ı Milliye ordusu bunlardı.”
İşte 30 Ağustos’un özünde bunlar var. Bunları anlamak 30 Ağustos’u anlamaktır.
Zira 30 Ağustos Zaferi Türk Tarihinin yeniden yazılış destanıdır. Ve bu destanın yazıcısı, hazırlayıcısı, yöneticisi Gazi Mustafa Kemal
“Maddi ve manevi çöküş korku ile, acz ile başladı.” Derken bu zaferlerin hiçbir zaman gaye olmadığını, vatanın ve milletin geleceğinin seçiminde vasıta olduğunu söylemiştir. Çünkü o, yapacağı her işi cesur ve korkusuzca planlamış, projelendirmiş, hedeflerine seçmişti.
Onun için Türk Tarihi yeniden yazılmalıydı. Düşman bu topraklarda atılmalı vatan kurtulmalıydı.
Ve kaçan düşman toparlanmadan son bir darbe vurulmalıydı. İşte o tarihi emir geliyordu.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları.! Afyonkarahisar, Dumlupınar ve Büyük Meydan Muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asli unsurlarını, harekat merkezlerini inanılmayacak kadar kısa bir sürede imha ederek büyük ve necip milletimizin fedakarlıklarına layık meydan savaşları verileceği göz önünde tutularak ilerlemesini ve herkesin akıl kuvvetlerini, hamiyet kaynaklarını dikkatli kullanmalarını rica ederim.
Ordular..! İlk hedefiniz Akdenizdir İleri…!”
Bir ilahi nitelikteki emrin özünü anlamak; nedenleriyle, niçinleriyle öküzü olmadığı için kendini cephane taşıyan kağnı arabasına koşan anaların, aç, susuz, yalınayak cepheye koşan yiğit insanların yüreğindeki vatan sevdasının kutsallığını anlayabilmek ve sevdayı yaşatmaktır.
Gerisi laftır, teferruattır.
Bu yüzden 30 Ağustos Zaferi özeldir. Bu zafer öyle günü birlik zaferlerden değildir. Yoktan var oluşu, dirilişin, küllerden doğuşun zaferidir.
Bu zafer, 19 Mayıs 1919’da Samsun kıyılarından başlayan çetin yolculuğun, 9 Eylül 1922’de İzmir kıyılarında sona ermesidir.
19 Mayıslar, 23 Nisanlar, 30 Ağustoslar ve 29 Ekimler başkumandan Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde Cumhuriyete açılan ilahi kapılardır. Dini, vicdani, insani, siyasi ve evrensel tüm güzellikleri taşıyan bu oluşumlar yüce Türk milletine yakışan en güzel değerlerdir.
Her birini 100. Yıllarında kucaklamak azim ve kararındayız.
İzmir rıhtımında başlayan İstiklal Savaşımız, dört yılın sonunda yine İzmir rıhtımında sona ermiştir. 9 Eylül 1922’de geldikleri gibi, gitmişlerdi.
Bu asla bir tesadüf değildi. Destanlaşan tarihimizin Yüce Türk Milletine ödüllü bir sunumu, ilahi adaletin tecellisiydi..!
30 Ağustos Zafer Bayramı tüm ülke sevdalılarına, yüce Türk ulusuna kutlu olsun..!
Esen Kalın